30 Kasım-2 Aralık 2018, Cinlikuyu Mağarası, Kocaeli
Geziye Katılanlar: Türker Türkyılmaz, Tuğçe Nur İlbaş, Bülent Efe Temür, Sinem Karakurt, Özlem Kaya, Anıl Alyanak, Beliz Aydın, Eren Kenan, Resul Tugay, Halil Habip Atıcı, Mahmut Ebrar Açık, Uğur Özkan, Atakan Gülbahar, Cihanşah Akif Yıldıray, Fadime Altınışık, Aykut Emre Albayrak, Deniz Tekin, Eren Karahüseyinoglu, Begüm Güven, Yaman Özakın, Aydın Menderes, Nermin Akın, Göksu Kayacılar, Anıl Özrenk, Mehmet Özdere, Gamze Baydemir, Buket Gözüm, Bünyamin Dökmetaş, Mücahit özdilekler, Ahmet Şener, Merve Mengen, Deniz Çil, Meltem Aker, Kayhan Ata, Ertuğrul Usta ve Çöp Kutusu
Resul:
30 Kasım 2018 saat 19.58 suları hafif yağmurlu bir sonbahar akşamında İTÜ Ayazağa kampüsünden Kocaeli’nin Yuvacık ilçesinde bulunan ve adını bu yazıya veren Cinlikuyu ve Parsık mağaraları için yola revan olduk.
Birçoğumuz ilk defa dikey mağara deneyimi yaşayacağı için çok heyecanlıydı fakat ben ise SRT eğitimlerimi henüz tamamlayamamış olduğumdan (başlayamadım bile) bendeki heyecan sadece bir olasılığa bağlı kalmaktan ibaretti. Neyse ki bu olasılık benim hesaplamalarıma, hava durumu raporlarına ve Bayes Teoremi’ne göre ‘0.832424’ idi (Sallıyorum).
Yola çıkmışken ben de telefonumu %100 şarj etmemenin verdiği buruk bir üzüntü vardı, bu üzüntü sanki küçükken ailenle markete gitmişsin de ailen sana o sevdiğin ülker çikolatalı gofreti almamış gibi bir üzüntüydü (Reklamı yaptım sponsoru da siz bulun). Bu üzüntü ön taraflarda oturan birisinin ünlü İngiliz bilim adamı Isaac Newton’un bir elma ağacının altında otururken kafasına elma düşmesiyle buldum buldum havasında “Ohaa, yuesbi girişi var koltuklarda.” demesiyle son buldu. Derken, iyiden iyiye yaklaştık kamp alanına fakat ara ara durduk, çünkü otobüs şoförü çok agresifti ve aracına çarpan irili ufaklı dal parçalarından rahatsız oluyordu.
Tüm bunlar olurken, arkadaşlar arka tarafta her zamanki gibi eğlenceli dakikalar geçiriyordu, ben ise kafaya taktığım olasılık kitabını okuyordum. Herkes muhabbeti bitirdi ve artık varalım muhabbetindeyken gideceğimiz yere saat 12 civarı vardık ve hemen malzemeleri indirmeye başladık. Ortalık savaş alanı gibi olduğundan herkes herkesin çantasını rastgele alarak kamp alanına ilerlemeye başladı. İlerlerken çoğumuzu hafif bir korku aldı. Çünkü samimi arkadaşlar -korku dolu- bir evin yanından geçerken burası cinli teyzenin evi diye söyleniyorlardı, ben de hafiften bi tırsmadım değil, o odun dolu yoldan geçerken. Kamp alanı için bayağı yürüdük yağmur çamur demeden daldık karanlık orman-vari bir yere, samimi arkadaşlardan Uğur bu kamp yerini bilmediğini söyledi, fakat bir şekilde “Aha işte burası kamp alanı” şurası da malzeme çadırı yeri dediler ve eşyalarımızı o yağmurda bir yerlere koyduk. Tam ne yapacağız derken Tuğçe, önce kadınlar ve çocuklar der gibi: “Arkadaşlar önce malzeme ve yemek çadırı!” diyerek milleti bir araya toplamaya çalıştı. Eren’in ve diğer samimi üyelerin özverili çalışmasıyla malzeme ve yemek çadırını kurduk daha sonra herkes kendi çadırını kurdu.
Benim şahsi çadırımın tek tenteli olduğundan sabaha kadar dondum ve tulumum ıslandı. Ertesi gün uyandığımda yemek çadırının yanına gittim, imece usulü tenteyi gerelim dedik ve bir şeyler yaptık ama olmadı, her zamanki gibi Türker geldi ve cool- bir şekilde “Abi bunu böyle yapabiliriz.” dedi ve tenteyi kurduk. Daha sonra yemek yapmaya başladık.
Buket:
Döşeme belirlenen saatten biraz geç bittiği için ekipler mağaraya gecikmeli girmeye başladılar. Ekip listesinde ilk ekipte olmama rağmen korkunç bir gece geçirdiğim için Göksu benim yerime girdi. (Meraklı arkadaşlarımız için korkunç gece tanımını buraya bırakıyorum: Gece çok soğuk değildi ama yağmurluydu böyle olunca kamp yeri tamamen çamur içinde kalmıştı. Yemek çadırına yardım ettikten sonra ilk ekipte olduğumu hatırlayıp hemen kendi çadırımı kurmaya başladım. Sinem ile aynı çadırda kalıyorduk ve o kampa Tuğçe’nin ‘’Kanka kahvaltımız çok güzel oluyor gel bak hiç pişman olmazsın çok eğleniyoruz’’ sözü üzerine gelmişti. Çadırı hemen kuralım da güzelce uyuyalım dedik ki her şey bu acele yüzünden olduve çadırı kurmaya başladık. Çadırı kurduktan sonra kazıkları bulamayınca neyse sorun olmaz sabah birilerinden isteriz diyerek hemen uyuduk…
Sabah dört beş gibi sırtımın ıslandığını fark edip uyandım ama kendi kendime herhalde tulum baya sıcak tuttu çok terlemişim dedim. Saat altı gibi üşüyerek uyanınca tamamen ıslandığımı anladım. Sinem’e baktım acaba o da ıslanmış mı diye ama o mışıl mışıl uyuyordu, çadırın sadece benim olduğum tarafı ıslanmış. Dışarı çıkıp biraz dolandım, o sırada bari zaman geçsin fotoğraf çekip instagrama atayım dedikten sonra süper internet hızıyla fotoğrafı attım. Orada tamamen ıslanmışken neden böyle bir şeyin aklıma gelmiş olduğunu hiç hatırlamıyorum-. Çadıra dönüp biraz daha uyumaya çalıştıktan sonra o zamana kadar duyduğum eeen mükemmel ezan sesiyle geceyi atlattığıma sonsuz şükürler ederek uyandım. İşte korkunç gece tam olarak böyle geçti) Kahvaltı yapılırken çoğu kişi çok zor uyuduğunu anlattı. Resul tüm uyarılara rağmen tek tenteli çadır aldığı için gece çadırı su geçirmişti. Kahvaltı esnasında garip bir vegan-vejetaryen konuşması geçti. Hayatımda ilk defa ‘’pesketaryen ‘’ kelimesini duydum (Deniz ürünleri tüketen vejetaryenlere deniyormuş çünkü neden yemeyelim mantığı galiba).
İkinci ekibin saatinin gelmesiyle yola çıktık. Bu ekipte ben, Gamze, Ertuğrul, Bünyamin ve Türker vardık. İlk dikey mağaram olacağı için gergindim ama bir yandan da SRT şenliğinde o yağmur ve soğuk altında çıkıp inmeyi başardıysam sorun olmaz diye kendime içten içe moral veriyordum. İlk Türker indi. İnerken ipte süper bir şekilde kaymasını Ertuğrul çok havalı buldu ama kendisi inerken ipte zorla aşağı inince ‘Türker nasıl öyle indi?‘ diye serzenişte bulundu haklı olarak… Bunun cevabını yılların tecrübesi olarak cevaplayabiliriz herhalde. İp sizi tanımaya başladıkça size kıyak geçiyor olmalı.
…Balkona indiğimizde üşümemek için dans ediyor gibi yaptık. O sırada aklımıza nereden geldi bilmiyorum cennet mahallesinin şarkısını söylemeye başladık ama bir kısmını bilmediğimizi anlayıp oranın ne olduğunu düşünmeye başladık (Bizim mahalle aşağıki mahalle sizin mahalle yukarıki mahalle bizim mahalle ???). İnme sırası bana gelince taş düşürmemek için temkinli giderken beklediğim üzere taş düşürdüm ve hayatımın ilk ’’TAŞŞŞ!!!’’ bağırışını yapmış oldum. Mağarada son kısımda arka sokaklar jeneriğini söyledikten, Ertuğrul’un mağara çikolatasını (Eti karam) yedikten ve pembe olsa kesin severdim dediğim böcekle vedalaştıktan sonra mağaradan çıkışa başladık. Gerçekten mağara o kadar kısaydı ki bana özel hazırlanan -teşekkürler bu bir onur- ekip ekmeklerini yemeden çıktık. İp esnediği ve çıkarken üzerimize yağmur çiselediği için biraz zorlayıcı oldu ama dışarı çıktığımızda herkes üşürken biz sıcacıktık. Dışarı çıktığımızda her yer tamamen sisti ve insanlar artık çadırları bulmakta bile zorlanıyordu.
Akşam yemeği hazırlanırken biraz karışıklık ortaya çıksa da kimse ölmeden yemek hazırlandı. Uyku tulumları geçen geceden ıslanan herkes uyku tulumlarını ,çorapları ıslak olanlarsa ateşin üzerine gerilen ipte çoraplarını kuruttu. Çoraplardan dökülen sular biraz komik tepkilere sebep oldu (Yemeğin içine damlıyor suları, kenara çekin çorapları gibisinden tepkiler). Yemekler yenildikten sonra kampın en güzel zamanı olan ateş başı goygoyu başladı. İlk başta herkes küçük gruplar halinde sohbetler ediyordu mesela biz burç yorumları hakkında konuştuk. Daha sonra ‘Cinlikuyu’ mağarasının efsaneleri ve korku hikayeleri elden ele dolaştırılan şekerpare eşliğinde anlatıldı. Ama nedense hiiç oyun oynanmadı… Ertesi sabah dün akşam anlatılan korkunç hikayeler ve garip varsayımlar (Bir uyanıyorsun uyku tulumundan deli teyze çıkıyor ne yaparsın? ) nedeniyle uyuyamayanlar hemen kendilerini belli ettiler. Ben ise ıslanmadan uyuduğum için kendimi en mutlu insan ilan etmiştim. En son bir ekip Parsık mağarasına, başka bir ekip ise döşemeyi toplamak için Cinlikuyu mağarasına girmişti.
Resul:
Biz ertesi gün Uğur, Bülent, Deniz (İsmini hep karıştırıyordum ta ki o yüzme hareketini yaparak ismini hatırlatana kadar), Bülent, Deniz, Beliz ve Yaman Parsık mağarasına girdik. Su güzel akıyordu, hava soğuktu ama mağaranın başına gidince mağaranın dışarıdan sıcak olduğunu fark ettik ve hemen mağaraya girdik, mağara çok güzeldi kendi kanaatimce, Dupnisa gibi öyle güzellik salonu vs. yoktu ama aksiyon açısından iyiydi, sular çok yüksekti omuza kadar geldiği oluyordu ve sürekli akıyordu.
Bir yere kadar gidebildik ki o yer bence en güzel yerdi, şöyle tarif edeyim, tavanı alçak çok uzun olmayan bir yer, ilerisine gidebilmek için içerde komando gibi sürünmek zorundasınız. Önce diğer samimi arkadaşlar gitti, ama Deniz (Yüzme hareketi olan) gitmek istemedi, ben de o yalnız kalmasın diye yanında durdum ama gitmek de istiyordum, sonra diğerleri geldi, Deniz (Bümak’tan) sağolsun girmek ister misiniz diye sordu, biz de evet dedik ve gittik komando gibi sürünerek sonra diğer tarafa çıktık. Ordan sonra yine tavanı alçak ama daha uzun bir koridor vardı, yani düşünün ki su o koridordan yoğun bir şekilde geliyor, hava yağmurlu olduğundan ve biz tecrübesiz olduğumuzdan oradan geri dönerek kamp alanına geri döndük.
Buket:
Bülent Parsık’tan gelince herkese ekibin sadece 15 dakika sürdüğünü ve dünkü su seviyesinin aniden azalmasını (şaşkınlıkla karışık heyecan içinde) anlattı. Kahvaltı edildikten sonra otobüse geç kalmamak için (malumunuz şoför oldukça sevimli biri ve asla onu üzmek istemeyiz) toplanmaya başladık. Toplanırken kilitli karabin faciası yaşandı ama üstesinden gelindi. Otobüse temiz ayakkabıyla binme zorunluluğumuz olduğu için köyden bir amcanın çeşmesinde herkes ayakkabılarını gıcır gıcır olana kadar yıkadı. Ayakkabılara bıcı bıcı yaptırıldıktan sonra geleneksel gezi fotoğrafı çekildi vee mutlu son. Belirlenen saatten çok fazla sapmadan yola çıkmayı başardık ve yolculukta herhangi bir sorun çıkmadı. Herkes çok yorulmuş olacak ki yol boyunca otobüste çıt bile çıkmadı. Bu arada kulübe dönünce ayakkabımı unutmuşum, kimse üzerine konmadığı için herkese teşekkürler <3 (çok muhabbeti döndü ben de ekleyeyim dedim).
Resul:
Bu arada biz çok üşüdük ama ikinci akşam tulumları kendi eksenimize sararak kuruttuk. Buket’in çadırına birkaç kazık ekleyerek onun sorununu çözdük, biz de sağolsun Yaman ve arkadaşları ertesi gün geldikleri için kampa hem ekmek getirdiler hem de bize süper bir çadır, onlar olmasaydı bir gece daha patates olmuştuk. Böylelikle en adrenalin dolu ve keyifli bir mağarayı da geride bıraktık. En adrenalin dolu çünkü bu daha ikinci…
Gezi videosuna buraya tıklayarak ulaşabilirsiniz. Kanalımıza abone olmayı unutmayınız.
Fotoğraflar için Yaman Özakın, Mehmet Özdere ve Nermin Akın’a teşekkürler.
Shiftler:
1 Aralık Cumartesi
- 00.20 Kamp alanına varıldı.
- 07.30 Döşeme ekibi(Anıl, Efe, Halil) mağaraya girdi. (Cinlikuyu)
- 11.30 1. Ekip(Uğur, Beliz, Mehmet, Eren, Göksu) mağaraya girdi. (Cinlikuyu)
- 14.00 Göksu, Beliz, Eren mağaradan çıktı.
- 14.15 Uğur, Mehmet mağaradan çıktı.
- 14.30 Efe mağaradan çıktı.
- 15.00 Uğur, Beliz, Mahmut, Deniz Ç., Deniz T., Efe mağaraya girdi. (PARSIK)
- 15.10 2. Ekip(Gamze, Türker, Buket, Bünyamin, Ertuğrul) mağaraya girdi. (Cinlikuyu)
- 16.25 Uğur, Beliz, Mahmut, Deniz Ç., Deniz T. mağaradan çıktı (PARSIK)
- 18.00 2. Ekip mağaradan çıktı. (Cinlikuyu)
- 18.00 3. Ekip (Eren, Tuğçe, Fadime, Cihan, Atakan, Anıl, Mehmet) mağaraya girdi. (Cinlikuyu)
- 18.20 Gamze, Begüm, Mücahit, Aykut, Anıl Ö, Özlem mağaraya girdi. (PARSIK)
- 19.00 Gamze, Begüm, Mücahit, Aykut, Anıl Ö, Özlem mağaradan çıktı. (PARSIK)
- 20.00 3. Ekip mağaradan çıktı. (Cinlikuyu)
2 Aralık Pazar
- 09.45 Toplama ekibi (Anıl Ö. Aykut, Deniz) mağaraya girdi.
- 09.50 Efe, Deniz Ç, Ertuğrul, Bünyamin, Fadime, Göksu mağaraya girdi. (PARSIK)
- 10.30 Efe, Deniz Ç, Ertuğrul, Bünyamin, Fadime, Göksu mağaradan çıktı. (PARSIK)
- 11.00 Deniz çıktı
- 12.00 Aykut, Anıl çıktı.
- 14.00 Yola çıkış.
- 17.30 İTÜ Ayazağa Kampüsü’ne varış.
Yazanlar: Resul Tugay, Buket Gözüm